28 Ocak 2012 Cumartesi

Yola koyulmaca, zaten yoldayken...


Evet!
 Kendime dair yazılarımı başka bir blogta, mecrada toplamam gerektiğini fark ettim az önce; sözü daha fazla uzatmadan; seyahat notlarıma dair bir girizgâh yapıyorum.  Bahsetmek istediğim gezilerimin başında 2006 yılında yaptığım otostop turu var. Tabi biraz uzun bir hikâye; öncesi-sonrası, ıvırı-zıvırı v.s.
Dağcılıkla kayakla uğraşıyorum bir yandan; tabi bu ara işsiz, beş parasız olmam sebebiyle değil; miskinlik yüzünden bu muhteşem kış sezonunu kaçırıyorum. Yoksa ne işsizim ne parasızım canım, kâhya her akşam balyaları sayarken; tıklanma rekoru kıran videolarımı inceliyorum, en çok satan kitaplarımı imzalıyorum, yeni film projemi dostlarımla tartışırken, yaptırmakta olduğum özel üniversitenin devlet arazisinde olan kısımlarının tamamlanması için çeşitli bürokratlara rüşvet veriyorum; yatımın bağlı olduğu limandaki komşularımdan şikâyet ediyorum. Şirket kendini döndürüyor zaten; az paraya çok iş yapan birkaç köle buldum. (çok kazandıklarını düşünüyorlar salaklar; çok kazandırıyorlar aslında) Gevezeliği çok sevdiğimden, lafı dolaştırmaya bayıldığımdan bahsetmiş miydim?
Dağcılık ve kayak vesilesiyle birçok yere gitme şansım oldu; bunlardan bahsedeceğim, ama ilk etapta yıllardır beklettiğim, şu 2006’daki otostop turum var. Kaçkarlar‘a gitmiştik kafile halinde, Ankara’dan. Ayder’den girip Kaçkarları dolaşarak tekrar Ayder’de sonlandırdık, etkinliği. Teknik sorumlu olduğum için biraz gerilmiştim etkinlik boyunca. Etkinlik sonrası bir gelenek var; içilir yüklüce, olabildiğince, ben alkolu (artık kabul ediyorum alkolle ben yakışan bir çift değiliz) biraz abartmış olabilirim; akşam Ayder yaylasında konaklarken, biraz yaygara çıkardım; insanlarla gereksiz, mesnetsiz bir şekilde tartıştım. Bunlar tabi sonradan değinebileceğim konular; ancak sabah kimse uyanmadan sevgili dostum Tolga ile birlikte Pazar ilçesine indik. Burdan sonra aydınlanma, anlama, gözlemleme, deneyimleme niyeti ile; kimseyi kandıramadan, ikna edemeden turuma (kaldı ki bir gece önceki inatçı, aksi meymenetsiz, sarhoşun yanında olmayı kim isterdi ki?) yola koyuldum.
 Kabaca, Rize, Artvin, Ardahan, Kars, Iğdır, Ağrı, Van, Hakkâri, Şırnak, Mardin, Urfa vilayetlerini otostopla dolaştım.  Kimi zaman devlet misafirhanelerinde kimi zaman da evlerde, bahçelerde, inşaatlarda konaklayarak; ilçelere ve dahi köylere uğrayarak, düğünlere ve cenazelere katılarak; belediye başkanları, valiler, vali yardımcıları ya da her hangi bir alanda yetkili birileriyle, ama çoğu zaman sıradan insanla; kamyoncuyla, kaçakçıyla, çaycıyla, esnafla, halka tanışarak, görüşerek kaynaşarak geçirdim günlerimi. Tabi tevkif, takip edildim, sorgulandım, gözaltına alındım, üstüm başım arandı, defalarca. Türküler ağıtlar dinledim, Kürtçe öğrendim, dengbejlerle tanıştım onları dinledim, müzeler sanat eserleri, ören yerleri gördüm, yemek paylaştım (ki bence yemek paylaşmak günümüzde yeteri kadar değeri bilinmese de hayattaki en kutsal en ilahi anlardan biridir). Tarihi, geçmişi gördüm yaşadım hissettim. Uygarlıkların nasıl geldiğini geçtiğini; Kafkasya’yı Mezopotamya’yı, Urartuları, Gürcü, Ermeni, Kürt yörelerini, daha birçok devletin, medeniyetin uygulama ve eserlerini gördüm.
 Sebep nedir? Niye oralara gittin? diye sormuştu annem; karakol baskını (ya da çatışması) olduğu günün ertesinde Hakkâri’de olduğumu öğrenince, ilgili karakola birkaç kilometre mesafede olduğumdan habersizce. İki tane cevabım vardı soranlara; o zamanlar, sual sorana bağlı olarak değişiklik gösteren. İlki eşe dosta; görmek için buralarda olanları, yaşayanları, yaşamak için ordakilerle bir an olsun, aynı havayı ve aynı suyu paylaşmak için, hayatı boyunca batı olarak tabir edilmiş coğrafyalarda yaşayan büyüyen (ki birçok insan için Adana çok batı sayılmaz) birisi olarak. Hayatım boyunca terör denilen bir şeyden bahsedildi ayrıca, para ve zaman dengesi lehimde; ikisi birden yanımda olmadı. O dönemde öyleydi; bütün arkadaşlarım (bölüm arkadaşlarım) mezun olurken, kariyer kavramının peşinde yola koyulurken, ben bilinmezlik içinde öğrenciliğimin doruklarınaydım. (öğrencilik ömrüm sonsuza ilerken, ailemde güven, sabır sıfıra devam etmekteydi). Hiçbir zaman turistik anlamda bu bölgeye gidemeyeceğimi fark ettim ve terör ya da her neyse hep olacaktı. E peki orda birileri yok muydu yani? İşte o insanı görmeliydim konuşmalıydım onunla.
İkinci verdiğim cevapsa genelde güvenlik görevlilerine, kolluk kuvvetlerine ya da algısı düşük çeşitli yöre sakinlerineydi; "yıllardır vatan toprağı kutsal diye öğretildim bu kutsallığı yaşamak, görmek için bundan sonrada yaşatmak ve anlatmak için geldim; karış karış bu kutsal toprakları dolaşarak vatanımı yüceltmeye geldim" diyordum. Bazen inanıyorlardı(çokta sikimde değildi ayrıca inanmaları) ama çoğu zaman şaşıyorlardı. Ama hep dikkatlerini dağıtıp o anki amacıma doğru ilerlerken gölge etmelerini engelledi bu söylediklerim.( amaç dediğim öyle “megalo idea” falan değil barınacak yer bir tas çorba bulmaktı, hava kararmadan, bozmadan; 90 litrelik çanta vardı sırtımda, kaplumbağadan ziyade karavanımsı bir yaklaşımla)

2 yorum:

  1. Fotoğraf isteriz!
    Bir de imla kontrol :)

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel yazmışsın, yolun açık olsun, İyi bloglamalar (:

    YanıtlaSil