Evet!
Kendime dair yazılarımı başka bir blogta, mecrada toplamam gerektiğini fark ettim az önce; sözü daha fazla uzatmadan; seyahat
notlarıma dair bir girizgâh yapıyorum. Bahsetmek
istediğim gezilerimin başında 2006 yılında yaptığım otostop turu var. Tabi biraz
uzun bir hikâye; öncesi-sonrası, ıvırı-zıvırı v.s.
Dağcılıkla kayakla
uğraşıyorum bir yandan; tabi bu ara işsiz, beş parasız olmam sebebiyle değil; miskinlik
yüzünden bu muhteşem kış sezonunu kaçırıyorum. Yoksa ne işsizim ne parasızım
canım, kâhya her akşam balyaları sayarken; tıklanma rekoru kıran videolarımı
inceliyorum, en çok satan kitaplarımı imzalıyorum, yeni film projemi
dostlarımla tartışırken, yaptırmakta olduğum özel üniversitenin devlet
arazisinde olan kısımlarının tamamlanması için çeşitli bürokratlara rüşvet
veriyorum; yatımın bağlı olduğu limandaki komşularımdan şikâyet ediyorum. Şirket
kendini döndürüyor zaten; az paraya çok iş yapan birkaç köle buldum. (çok
kazandıklarını düşünüyorlar salaklar; çok kazandırıyorlar aslında) Gevezeliği
çok sevdiğimden, lafı dolaştırmaya bayıldığımdan bahsetmiş miydim?
Dağcılık ve kayak
vesilesiyle birçok yere gitme şansım oldu; bunlardan bahsedeceğim, ama ilk etapta
yıllardır beklettiğim, şu 2006’daki otostop turum var. Kaçkarlar‘a gitmiştik
kafile halinde, Ankara’dan. Ayder’den girip Kaçkarları dolaşarak tekrar Ayder’de
sonlandırdık, etkinliği. Teknik sorumlu olduğum için biraz gerilmiştim etkinlik boyunca. Etkinlik
sonrası bir gelenek var; içilir yüklüce, olabildiğince, ben alkolu (artık kabul ediyorum
alkolle ben yakışan bir çift değiliz) biraz abartmış olabilirim; akşam Ayder
yaylasında konaklarken, biraz yaygara çıkardım; insanlarla gereksiz, mesnetsiz bir şekilde
tartıştım. Bunlar tabi sonradan değinebileceğim konular; ancak sabah kimse
uyanmadan sevgili dostum Tolga ile birlikte Pazar ilçesine indik. Burdan sonra
aydınlanma, anlama, gözlemleme, deneyimleme niyeti ile; kimseyi kandıramadan,
ikna edemeden turuma (kaldı ki bir gece önceki inatçı, aksi meymenetsiz,
sarhoşun yanında olmayı kim isterdi ki?) yola koyuldum.
Kabaca, Rize, Artvin, Ardahan, Kars, Iğdır, Ağrı,
Van, Hakkâri, Şırnak, Mardin, Urfa vilayetlerini otostopla dolaştım. Kimi zaman devlet misafirhanelerinde kimi
zaman da evlerde, bahçelerde, inşaatlarda konaklayarak; ilçelere ve dahi
köylere uğrayarak, düğünlere ve cenazelere katılarak; belediye başkanları,
valiler, vali yardımcıları ya da her hangi bir alanda yetkili birileriyle, ama
çoğu zaman sıradan insanla; kamyoncuyla, kaçakçıyla, çaycıyla, esnafla, halka
tanışarak, görüşerek kaynaşarak geçirdim günlerimi. Tabi tevkif, takip edildim,
sorgulandım, gözaltına alındım, üstüm başım arandı, defalarca. Türküler ağıtlar
dinledim, Kürtçe öğrendim, dengbejlerle tanıştım onları dinledim, müzeler sanat
eserleri, ören yerleri gördüm, yemek paylaştım (ki bence yemek paylaşmak
günümüzde yeteri kadar değeri bilinmese de hayattaki en kutsal en ilahi
anlardan biridir). Tarihi, geçmişi gördüm yaşadım hissettim. Uygarlıkların nasıl
geldiğini geçtiğini; Kafkasya’yı Mezopotamya’yı, Urartuları, Gürcü, Ermeni,
Kürt yörelerini, daha birçok devletin, medeniyetin uygulama ve eserlerini
gördüm.
Sebep nedir? Niye oralara gittin? diye
sormuştu annem; karakol baskını (ya da çatışması) olduğu günün ertesinde Hakkâri’de
olduğumu öğrenince, ilgili karakola birkaç kilometre mesafede olduğumdan
habersizce. İki tane cevabım vardı soranlara; o zamanlar, sual sorana bağlı
olarak değişiklik gösteren. İlki eşe dosta; görmek için buralarda olanları,
yaşayanları, yaşamak için ordakilerle bir an olsun, aynı havayı ve aynı suyu
paylaşmak için, hayatı boyunca batı olarak tabir edilmiş coğrafyalarda yaşayan
büyüyen (ki birçok insan için Adana çok batı sayılmaz) birisi olarak. Hayatım
boyunca terör denilen bir şeyden bahsedildi ayrıca, para ve zaman dengesi
lehimde; ikisi birden yanımda olmadı. O dönemde öyleydi; bütün arkadaşlarım
(bölüm arkadaşlarım) mezun olurken, kariyer kavramının peşinde yola koyulurken, ben bilinmezlik içinde öğrenciliğimin
doruklarınaydım. (öğrencilik ömrüm sonsuza ilerken, ailemde güven, sabır sıfıra
devam etmekteydi). Hiçbir zaman turistik anlamda bu bölgeye gidemeyeceğimi fark
ettim ve terör ya da her neyse hep olacaktı. E peki orda birileri yok muydu
yani? İşte o insanı görmeliydim konuşmalıydım onunla.
İkinci verdiğim cevapsa
genelde güvenlik görevlilerine, kolluk kuvvetlerine ya da algısı düşük çeşitli
yöre sakinlerineydi; "yıllardır vatan toprağı kutsal diye öğretildim bu
kutsallığı yaşamak, görmek için bundan sonrada yaşatmak ve anlatmak için geldim;
karış karış bu kutsal toprakları dolaşarak vatanımı yüceltmeye geldim" diyordum.
Bazen inanıyorlardı(çokta sikimde değildi ayrıca inanmaları) ama çoğu zaman
şaşıyorlardı. Ama hep dikkatlerini dağıtıp o anki amacıma doğru ilerlerken gölge
etmelerini engelledi bu söylediklerim.( amaç dediğim öyle “megalo idea” falan
değil barınacak yer bir tas çorba bulmaktı, hava kararmadan, bozmadan; 90
litrelik çanta vardı sırtımda, kaplumbağadan ziyade karavanımsı bir yaklaşımla)